Melisse, Los Angeles’ta denemenizi tavsiye edeceğim romantik bir Fransız.
06.12.2017Atmosferi, menüsü ve servisiyle bana Chicago'daki Grace'i andıran Melisse, Los Angeles'ta denemenizi tavsiye edeceğim romantik bir Fransız.
Los Angeles civarında denediğim ve en keyif aldığım rafine restoran olarak listeme giren Melisse, Beverly Hills'in âşık olunası dev palmiyelerinin devamında, Santa Monica'da yer alan romantik bir adres.
Restoranın şefi Josiah Citrin, küçüklüğünde Santa Monica'daki kalabalık aile yemeklerinin mimarı olan Fransız büyükannesinin lezzetli mirasını bir üst seviyeye taşımak için yola çıkan hem yetenekli hem de mütevazi sınıfındaki şeflerden.
Mutfağındaki doğallığı anlatmak için Melisse (melisaotu) adını verdiği ve bu sene 17.yaş gününü kutladığı restoranı tam da resmi olmayan 2 Michelin yıldızına sahip. ''Resmi olmayan'' diyorum, çünkü Michelin 2010 yılında Los Angeles defterini kapatarak rehberi bundan böyle California için yayınlamaya başlamıştı. Yani artık Los Angeles’taki restoranlar için güncel bir değerlendirmeden bahsedemiyoruz.
Melisse’in 2009'dan yadigâr kalan 2 yıldızını referans alacak olursam, menüden ziyade mükemmel servisi ile öne çıkan profiline Avrupa’daki iyi bir ''1 Michelin yıldızı''nın daha uygun olacağı düşüncesindeyim. Ancak Michelin dedektiflerinin Amerika’daki bonkörlüğüne aşina olduğum için, bu durumu yadırgamadım.
17 masa ve 8 ufak locadan oluşan restoranda tüm geceyi bir film sahnesi edasıyla izleyebileceğim, oldukça keyifli bir noktada oturdum. Menüyü mercek altına almadan önce damak hoşluğu olarak sunulan Antep fıstıklı domates ve keçi peyniri ferah bir ''hoş geldiniz'' derken, hasat zamanına denk geldiğim için beraberinde nefis bir üzüm şırası denedim.
Citrin’in demirbaş havyar sunumunun yanında enfes bir hamur işi vardı. Ancak burada yumurtanın kayısı olmasını tercih ederdim. İçinde beyaz çikolata da bulunan ilginç caprese tarifini takip eden şanterel mantarlı ve siyah trüflü mısır çorbasında ise damağımı dengeyi bozan bir tatlılık sardı.
Kızartılmış brioche kaplı foie gras içeriğindeki yüzü, zencefil, elma ve ebegümeci paletiyle, güzel sunumun altını doldurmayı başardı.
Karides yerine alternatif tercihim, tam sezonunda beyaz trüfle harmanlanmış risotto oldu. İtalya'nın 3 seneye kadar yıllandırılan pirinci ''acquarello'' ile hazırlanmış tam kıvamındaki rissottoya kahverengi tereyağlı trüf sosu ve taze trüf rendesi eşlik ediyor.
Tüm bu birlikteliğin çarpıcı ve gerçekçi bir avuç içerisinde servis edilmesi ise, sanıyorum ki bugüne dek karşılaştığım en ilginç, en yaratıcı sunumlardan biriydi. Belki risotto lezzetiyle damağımı şaşırtmadı; ancak şef bu estetik görüntü ile sunumun da yemekten haz almada ciddi payı olduğunu kanıtladı.
Mükemmele yakın bir somon tabağının ardından gelen rengarenk ördek yemeği de ana yemekte yapılabilecek iddialı kapanışlardandı. Doğal ortamda yetişmiş ve 21 gün dinlendirilmiş et, fermente edilmiş fasulye, kaşu, erik ve yine ördeğin kendi suyuyla servis edilen tabakta Avrupa ve Uzak Doğu'dan oldukça farklı bir lezzetle karşılaştım. Bu konudaki favorim ballı lavantalı ördek sunumuyla New York'taki Eleven Madison Park olsa da Melisse de dinlendirme ile adeta yumuşacık bir wagyu yeme zevki sunduğundan ''en iyiler''im arasına girmeyi başardı.
Menüyü tamamlayan şaraplarda ise kırmızılardaki Napa Vadisi yoğunluğu, beyazlarda yerini oldukça keyifli Fransa, Almanya ve Avusturya şaraplarına bırakmış. Önerilen her bir kadehi çok başarılı buldum.
Tatlıya geçmeden damağıma uğrayan Danimarkalı meşhur lezzet ''cheese danish'' üstündeki siyah incirle Ege ve Akdeniz'e göz kırparken; şık tatlıyı tamamlayan nutella evdeki kahvaltılarımızın dışında rafine mutfaklarda da gururla söz alacak kadar eli uzun olduğunu gösterdi…
Atmosferi, menüsü ve servisiyle bana Chicago'daki Grace'i andıran Melisse, Los Angeles'ta denemenizi tavsiye edeceğim romantik bir Fransız.
Ağız tadınız ve keyfiniz bol olsun…
Eylül 30, 2017
Bu gönderiye henüz yorum yapılmamış.
Bir Afrikalı’nın altınlarını çalabilirsin, toprağını alabilirsin, onu satabilirsin lakin mutluluğunu, gülümsemesini, samimiyetini alamazsın!
Dünya’da cenneti gördün mü deseniz evet Uganda’da gördüm derim...
İnsan biraz kendini Türkiye’de sanıyor...